Sahip Olmayı İsterken Kaybetmek
Gürcan Banger
Türkçe Sözlük; kıskançlığı, “Bir kimse bir üstünlük gösterdiğinde veya sevilen birisinin, başkası ile ilgilendiği kanısına varıldığında takınılan olumsuz tutum” olarak tanımlar. Kıskançlık yerine günücülük, hasetlik, hasetçilik veya hasutluk sözcükleri de kullanılıyor.
Düşün dünyasından tanımlamalar
19’uncu yüzyılın ikinci yarısında yaşamış olan İngiliz bilim adamı ve romancısı Charles Allen, şöyle bir hikâye anlatıyor: “Bir balıkçı dostum bana, tuttuğu yengeçleri koyacağı sepetin bir kapağı olmasına gerek olmadığını söylemişti.” Bu ilk cümleyi okuduğumda merakla devamını okumuştum. Yengeçler kapaksız bir sepetten kaçmaz mıydı? Allen şöyle devam ediyor: “Yengeçlerden biri, sepetin bir yanından yukarıya doğru çıkmaya başlar başlamaz, ikinci bir yengeç onun arkasından tırmanır ve onu aşağı çeker. Bazı insanlar da yengeçler gibidir.”
Bu anekdotun diğer ilginç yönü, herkesin kendini sepetten çıkmak üzere tırmanan ilk yengeç yerine koymasıdır. Hiç kimse, kendini birinciyi aşağı çeken diğer yengeç konumunda düşünmez ve yorumlamaz. Çünkü kıskançlık (haset) kendimize bu anlamda yakıştırmadığımız bir özelliktir. Neredeyse her birey, kendi bataklığının sorumlusu olarak bir başkasını suçlar.
ABD’li yazar Archibald Rutledge kıskanç insanı tanımlarken sert bir tarza sahiptir: “Kıskanç insan, başkalarını küçk düşürmek isteğiyle kendini gözden düşüren bir zavallıdır.” Ama hasetin yarattığı tutku öylesine güçlüdür ki, kişinin bu durumu objektif olarak algılaması hiç de kolay değildir. Kıskançlık, tedavisi pek kolay olmayan bir tür körlüktür.
Ünlü destan Kelile Dimne’nin yazarı Hintli düşünür Beydaba şöyle der: “İnsanların en alçağı, başkasının kazandığı ilgi ve sevgiyi çekemeyendir.” Anlaşılacağı üzere kıskançlık, ruhun hastalıklarından birisidir. Haset, önlem alınması unutulmuş güve gibidir. İçin için hem kıskançlık yapanı hem de muhatabını bitirir.
17’nci yüzyılda yaşamış olan ünlü Fransız ahlâkçısı La Rochefoucauld, pek konuda olduğu gibi haset ve kıskançlık üzerine olan özdeyişleri ile de tanınır. Örneğin kıskançlık ve daha tehlikeli bulduğu hasedi ayırarak şunları söyler: “Kıskançlık, bir bakıma yerinde ve makul bir şeydir. Çünkü bizim olan veya bizim olduğunu sandığımız bir şeyi koruma arzusundan başka bir amacı yoktur. Hâlbuki haset, başkalarının iyiliğine tahammül edemeyen bir kudurganlıktır.” Sanırım; Fransız ahlakçı, kıskançlık ve haset arasındaki önemli bir ayırımı yakalamış bu tespitinde…
Hasedin kıskançlığı aşmış olması, yine de kıskançlık tezahürlerini tamamen anlayışla karşılamamızı gerektirmez. Sadece kıskançlığın, hasede oranla daha anlaşılabilir olduğunu ifade eder.
Özdeyişleriyle tanıdığımız La Rochefoucauld, kıskançlığı sevgiye bağlar. Onun devam edegelen sonuçlarından birisi olduğunu söyler. Ama sevgiyi, sürekliliğini ve kıskançlığı birbirine şu sözlerle bağlaması anlamlıdır: “Kıskançlık, daima sevgiyle beraber doğar. Fakat her zaman sevgi öldükten sonra ölmez.” Yaşamın görünümlerine dikkatlice göz attığımızda, kimi örneklerde sevgi sonrasında kıskançlığın hasede dönüştüğünü de izleyebiliriz.
Belki kıskançlık, bir sevgi ifadesi olması açısından anlamlı bulunabilir ama kalıcılaştığında (bir karakter özelliğine dönüştüğünde) haset, kötü ruhun ve karakterin ifadesi olmaktan öte bir şey değildir.
Mevlâna
Tasavvuf dünyasının büyük düşünürü ve şairi Mevlâna Celaleddin-i Rumi, “Bir mum diğeri tutuşturmakla ışığından bir şey kaybetmez” der. Sanırım; bilginin, görgünün ve deneyimin paylaşımı bundan daha zarif anlatılamaz. Mevlâna’nın bu hoş yaklaşımını kime ifade etsek, katıldığını söyleyeceğine kuşku yoktur. Paylaşımın yüce bir davranış olduğunu hemen herkes kabul eder. Ama herkesin gerçek anlamda paylaşımcı davrandığını söylemek zordur. İşin aslı şudur. Pek çok durumda söz ile aynı değildir. İş söze geldiğinde mangalda kül bırakılmaz; ama paylaşımın yerini kıskançlık ve çekememezliğin (hasedin) aldığı örnek o denli çoktur ki… Muhtemelen yaşamın aynasında kendi gerçek yüzümüzü görmekte zorlanıyoruz.
Gerçekten kim olduğumuzla kim olduğumuz konusundaki kanaatlerimiz birbirine karışıyor. Zihnimizde kendimize bir sanal kimlik çizip bunu dillendirirken, “Madem bende yok, onda da olmasın” misali kıskançlık ve hasedi biteviye yeniden üretmeye devam ediyoruz.
Kıskançlık bir karakter özelliğidir
Tek bir olaydan kural çıkmaz. Herhangi bir nedenle ya da özel bir olayda kıskanç durumuna düşmüş olabilirsiniz. İyi anlaşılmadığınız bir ortamda hasetlik ürettiğiniz düşünülmüş olabilir. Ama sosyal yaşamda biteviye dışlanıyorsanız, o zaman hatanın kendinizde olduğunu düşünmeye başlamalısınız. Arkadaşlarınız, dostlarınız veya birlikte iş yaptığınız insanların sizinle aralarına mesafe koymalarında, sizden kaynaklanan nedenler olması şiddetle muhtemeldir. Kişinin bu konuda kendi kötü huylarını düzeltmesinin gereğini Amerikalı şair Archibald Rutledge güzel ifade eder: “Kıskanç insan, başkalarını küçük düşürmek isteğiyle, kendini gözden düşüren zavallıdır.”
Paylaşım, sadece bilgiyi veya mevcut maddiyatı paylaşmak değildir. Toplumun veya çevrenin gelişmesi, bir bireyin gelişmesi ve başarılı olması için yapılan destek bir paylaşım türüdür. Gerçekleşmiş bir başarının takdiri de paylaşımdır. Kıskançlık ve çekememezlikle desteklememek ve takdir etmemek, paylaşım becerilerinin gelişmesini engeller; korku, yalnızlık ve güvensizlik üretir.
Kıskançlık yüksek ateş gibidir
Kıskançlık, bireyin ahlakî değerlerini aşındırır; kişi, farkında olmadan etik çerçevesini yitirir. Bu süreçte paylaşım azalırken gerginlikler ve düşmanlıklar artmaya başlar. Çevreyle geçimsizlik had safhaya varır. Çevredeki bireylerin başarıları sürekli rahatsızlık yaratırken, kişide başarıları küçümseme, azımsama ve karalama gibi davranışlar içeren bir model gelişir. Kıskançlık ve çekememezlik, kimi zaman destek gerektiren bir ruhsal bozukluğun sonucu olarak ortaya çıkarken, her durumda ruhsal arızayı destekleyen unsurlar arasında yer alır. Ünlü Türk edebiyatçısı Cenap Şehabeddin kıskançlık ve çekememezliğin kişiyi nasıl olumsuz etkilediğini, “Haset, başkasının balını kendine zehir etmektir” şeklinde anlatır. Çekememezliğin bir kısır döngü olduğunu ifade ederken “Hasedin karnı doymaz, cebi dolmaz, ağrısı dinmez” der.
Son söz: Kazanmayı veya elde tutmayı hedefleyen kıskançlık, sonuçta kaçınılmaz biçimde kaybeder.