Gürcan Banger
BİR: Sanırım; yaşadığımız çağın en berbat niteliklerinden birisi, daha yüksek çıkar beklentileriyle sevgiyi de alınır – satılır hale getirmesi. Dolayısıyla çok para harcamak ile daha fazla mal ve hizmet tüketmek, sevginin yüceliğinin göstergesi haline geliyor. Aldığı hediyenin, bir sevgi ifadesi olmaktan daha ziyade, pahası ve fiyatı ile ilgilenen sevgilinin hayal kırıklığına uğramış yüz ifadesini hayal edebiliyor musunuz? Aşk ve sevgi maddileştikçe, bunların gerçek anlam ve değerlerinin yerini beğeni ve beklenti almaya başlıyor. Şimdi kendi sevginizi bir teraziye koyun bakalım. Sevginiz satın alınabilecek kadar mı değerli? Cevabınız “Evet” ise satın alınabilecek bir sevgiye ne ödemek gerekir?
İKİ: “Yahu; gerçekten nedir bu aşk?” diye kendime sorduğumda “aşkın doğal bir kimya olduğu” cevabını verdim. Sosyal becerilerle, zihinsel yaklaşımlarla bir ilişki geliştirilip zenginleştirilebilir ama bir ilişkinin aşk olabilmesi için daha baştan doğası gereği aşk olması gerekir. İlk görüşten başlayıp yalnızlıkta bile sürüp giden tahayyüllere kadar… Aşk, öncelikle aşk gibi başlamalı. Bir aşk, ilk görüşte başlar ama ilk görüşte bir ilişkiye dönüşmeyebilir. Aşkın kendini ifade etmesi için zamana gerek olabilir. Kesin olan bir nokta var ki; (ifade edilmiş ya da edilmemiş) başlarken aşk diye başlamayan bir ilişki sonradan aşk olmaz bence. Sonradan olsa olsa beğeni olur; alışkanlık olur; karşılıklı beklentiler, hatta çıkarlar manzumesi olur. Aşkın bazı olmazsa olmaz unsurları var. Aşkta önce heyecan ve ilgi olmalı. Karşılıklı yakınlık ve hayranlık olmalı. Bireyler birbirlerine sevgi ve saygı göstermeli. Çatışmalara çözmek ve uzlaşmak amacıyla yaklaşmalı. Anlık olumsuzlukları dayatmak yerine sürekli olumlu duygular yaşamalı. Aşk, neşe, sağlık ve canlılık vermeli.
ÜÇ: Yaşam, boşlukları sevmez. Dünyadaki oyukları, havanın veya suyun bir anda dolduruverdiği gibi; insanın zihinsel ve ruhsal boşlukları da hemen yakınındaki düşünce ve duygularla doluverir. Aslına bakarsanız; insanın kendisi de bu boşlukları bir an önce doldurabilmenin beklentisi içindedir. Eğer insan olarak dünyamızın boşluklarını doldurmakta engellerimiz varsa; bir süre sonra bu durum, üzerimizde büyük bir basınca ve sonuç olarak krize yol açabilir. Tatmin edilmeyen ihtiyaçların karşısında oluşan baskıyı kaldırabilmek hiç de kolay değil. Yalnız yaşamıyoruz. Ne denli kendimizi sosyal yaşamın dışında tutarsak tutalım, bir dizi ilişkinin içindeyiz. Bunlar arasında bizi en çok etkileyenler ise insan ilişkileri oluyor. Bir ilişkinin türü ne olursa olsun, beklentisiz olduğumuza kendimizi ikna etmeye çalışsak bile bu ilişkiden beklentilerimizi inkâr etmek mümkün değil. Olmasını istediğimiz biçim, yapılmasını veya yapılmamasını istediklerimiz, (eğer bir sevgi ilişkisinden söz ediyorsak) O’ndan duymayı arzu ettiklerimiz arasında onun da kendi karakteri ve yaşamının olduğu, kendi boşluklarının bulunduğu ve bunları doldurmak üzere farklı ihtiyaçları olduğu aklımızdan çıkıverir.
DÖRT: Evreni anlamlandırıyoruz. Sevdiklerimizi, sevmediklerimizi… Yaşamımızda bize bağlı olan veya olmayan unsurlar var. Bizim dışımızdaki gerçeklikleri doğru biçimde kabullenebilmeliyiz. Çok istiyoruz diye yarın güneş batıdan doğmaz. Ama bu beklenti içinde olur ve gerçekleşmediğinde de kendimizi olumsuzluklara sürüklersek yaşamı anlamlandırmada ciddi yanlışlar yapıyoruz demektir. Önce bizim dışımızdaki yaşamın varlığına, kendi akışlılığına saygılı olmayı kendimize öğretmeliyiz. Bireyler olarak çevremizi etkileyebilecek özellik ve davranışlarımız olabilir ama bizim sübjektif beklentilerimiz dışında gelişen pek çok olay ve durum olduğu da bir gerçek. Bu, yaşamın doğal bir parçası…
BEŞ: Sorunlar karşısında ‘kafamızı devekuşu gibi kuma gömme’ hastalığımızı bilirsiniz. Bir sorunu ya çok abartırız ya da görmezden gelerek çözmüş gibi yaparız. Eğitim – öğretim sistemimiz ise gerçek yaşamın çok uzağındadır. Bu nedenle gerçek yaşam problemlerine nasıl yaklaşacağımız konusunda bize fazla yardımcı olmaz. Özetle; problem tanıma ve çözme konusunda son derece düşük bir performans göstergemiz var. Hâlbuki sorunlarımıza nasıl yaklaşacağımız konusunda özgürlüklerimiz olmalı. Ama çevrenin üzerimizdeki etkisi, bu tür özgürlükleri kullanmamızda ayağımıza pranga olabiliyor. Kısıtlar ve koşullara karşı teslim olmayı veya mücadele etmeyi seçebiliriz. Bu konuda özgürlüğümüz geçerli olmaya devam ediyor. Yaşamı değiştirip, dönüştürmenin bundan başka çaresi yok. Umutlarımıza, heyecanımıza ve olumlu beklentilerimize sarılıp teslim olmayalım. Teslim olarak ulaşabileceğimiz bir gelecek yok çünkü…
ALTI: Onu gerçekten beğendiğinizi kendinize açıklıkla söyleyebilmelisiniz. “Evet, beğendiğim O’dur” veya “O, beğendiğimdir” diyebilmelisiniz. Bazen kafamızda yarattığımız bir sevgili imajı ile karşımızdaki insanı özdeşleştiririz. Bir çakışma olmadığı halde ‘devekuşu gibi kafamızı kuma gömer’, gerçekleri görmek istemeyiz. Beğeni duygumuzdan emin olmak, aşkın bir diğer gerek koşuludur. O’nunla geleceği hayal etmelisiniz. Sizin beklentilerinizle onun varlığı çakışıyor mu? O’nunla güzel bir gelecek yaşamak sizi mutlu edebilir mi? Bunu gerçekten ister misiniz? Bu sorulara vereceğiniz cevaplar, bu ilişkide sizin ne denli yere sağlam bastığınız konusunda size ipuçları verecektir. Kafanızda onu sorgulamayı isterseniz, bu soruları (kendinize bakarak) onun adına da cevaplayabilirsiniz. Olumsuz cevaplar verseniz bile hoş ve öğretici bir fikir jimnastiği olacaktır. Sağlıklı bir aşk ilişkisinde taraflar birbirlerini eşitler olarak kabul ederler. Gerçek aşk ilişkisinde kişiler birbirlerini aşağılayıp hor görmezler, birbirlerini kendi terazilerinde rasgele tartmaya çalışmazlar. Doğru ilişki, bireylerin karşılıklı olarak birbirlerinin özelliklerini doğru tanıyıp kabul etmeyi, içine sindirmeyi gerektirir. “Müstakbel değişim beklentileri” üzerine kurulmuş ilişkilerin sağlıklı yürümediği, uzun sürmediği gözlemlerle sabittir.
YEDİ: Eğer bulunduğumuz ortamı, durumu, şartları doğru tespit edemiyorsak ve elimizdeki (veya erişilebilir) kaynakları gerçekçi olarak göremiyorsak, yaşamdan beklenti ve umutlarımız hayal olmaktan öteye geçmez. Yapmak istediklerimiz gerçekçi olmayan beklentiler haline dönüşür. Başarılamayan beklentiler, gerçekleşmeyen umutlar ve tatmin edilemeyen ihtiyaçlar sonuç olarak stres, hayal kırıklığı ve hüsran yaratırlar.
SEKİZ: Ah, şu beklentilerimiz… İlişkimizin türü ne olursa olsun, ondan ne çok beklentilerimiz vardır! Olmasını istediğimiz biçim, yapmasını veya yapmamasını istediklerimiz, ondan duymayı arzu ettiklerimiz arasında onun da kendi karakteri ve yaşamı olduğu aklımızdan çıkıverir. İlişkilerin hastalıklarından birisi, kendini onun için feda etmektir. Çevrenize dikkatle bakarsanız çok yaygın olduğunu fark edeceksiniz. İkincisi ise onun duygusal ihtiyaçlarımızı, karşılıksız ve sınırsız olarak hoşgörüyle karşılamasını beklemektir. Korkular bir yana; bireyler olarak hepimizin kendine özgü nitelikleri, yaşama dokunma tarzı var. Bir ilişkide bu gerçeği, aklımızdan çıkarmamalıyız. Eğer ilişkinin tarafları bireysel fark, özellik ve koşulları yok sayarak ilerlemeye çalışırlarsa, bu durumda taraflar bir süre sonra soluk alamaz hale geldiklerini fark edeceklerdir. Hiç kimse nefes alamadığı ve kendini sürekli zorlayan bir ilişkiyi sürdürmek istemez.
DOKUZ: İki insan arasında ilişkinin türleri var. Bu türlerden bazıları birbirinden ayrık… Kesişmeleri mümkün değil. Örneğin bir ticari ilişki, normal olarak beklentiler üzerine kurulur. Mal veya hizmet verilir, bunun karşılığı beklenir ve alınır. Bu tür bir ilişkide tarafların maddi beklentilerinin olmasından daha olağan ne olabilir ki… Bir sevgi ilişkisi ise beklentisizlik üzerine kurulmalı. Tabii ki, bu sözlerimle bir tarafın kendini diğer taraf için duygusal olarak feda ettiği bir ortamdan söz etmiyorum. Sadece paylaşılması gerekenin, beklentisizlik olması gereğini ifade etmeye çalışıyorum. Bazı ilişkilerde taraflar, aceleci olabiliyorlar. Karşı tarafın duygularını hızla ve kolaylıkla ifade edebilmesini bekliyorlar. Ama insanların her biri, farklı özelliklere sahip… Bir sevgi ilişkisinde davranışların da bir diğerinden çok farklı olabiliyor. Bazen sabır ve emek sevgiyi yakalamak için vazgeçilmez oluyor.
ON: Sevgi harekettir. Bu nedenle tembellik sevginin düşmanıdır. Sevgiyi, yaşamın kendi dinamizmi içinde yaşamak ise bu ilişkinin en eğlencelisidir. Bazı insanlar için bir sevgi ilişkisi, bir aşk öyküsüdür. Beklentili olanlar, önce hikâyenin mutlu sonunu bilip sonra baştan okumayı (ya da mutsuz son ise asla okumamayı) düşünürler. Sevgi ilişkisinin gerçek anlamını bilenler ise sevmenin tadının (ilişkinin sonu ne olursa olsun) yaşanmadan anlaşılmayacağının farkında olan gerçek duygu kahramanlarıdır.