Gürcan Banger
BİR: Yaşamın o kimi zaman acımasız aynasında kendi ruhumuzu, davranış modelimizi tüm çıplaklığıyla görüvermek de çok şaşırtıcı. Kendimizi aynanın karşısında her buluşumuzda dudaklarımızdan dökülen “Bu, ben miyim?” sözcükleri bir çığlığa dönüşüverir. “Bu, ben miyim?” sorusu ile başlayan uyanışın ilk türü, kendimizi başkalarının kurallarına göre ne denli fazla düzenlediğimizi fark edişimizdir. Kendimizinkini yaşamak yerine başkalarının yaşamına payanda olduğumuzu fark etmek, kendini sorgulamanın birinci aşamasıdır. Kimi zaman bu durum, başkalarının kuralları ile yaşamak biçiminde ortaya çıkar. Böyle bir durumda yaşamımızı yöneten hep başkalarıdır. Asla seçimlerimiz olamaz. Sadece kurallar ve korkular vardır. Yaşamın aynasında da kimi zaman ürkmüş, çoğu zaman sevincini yitirmiş bir insanın yüzü vardır. Aynada yalnız ‘sen’ vardır; ‘ben’ cesaret edip aynada görüntü veremez.
İKİ: Bir ikinci biçim daha var. Bu durumda aynada yalnız kendimizi görürüz. Yaşamın aynasındaki yansımız –ki aslında o ayna da kendimiziz– o denli büyümüştür ki, ayna yüzeyinin başka insanları, başka bakış açılarını, anlamları ya da değerleri görüntülemesine izin vermeyiz. Bir başka deyişle; aynada ‘ben’den (veya benim büyümüş olduğum alışkanlıklardan, çekincelerden, korkulardan, kolaycılıklardan, velhasıl konformizmden) başkasına yer yoktur.
ÜÇ: Gerçekten bize ait olan tek şey kendi varlığımız, varoluşumuz ve bir sonuç olarak yaşamımız… Yaptığımız ve yapmadığımız her şey, öncelikle ve doğrudan kendimizi etkiliyor. Bu yaşamı kullanarak kendimize ve çevremize anlamlar veriyor ve değerler katıyoruz. Başka insanlar da kendileri ile ilgili olarak aynı işlevleri yerine getiriyorlar. Anlaşılıyor ki yaşam, bir anlam ve değerler alışverişi. Başka insanları anlamlandırırsak yaşamımızı zenginleştiriyor, karşılığında anlamlar ediniyoruz. Değer verip değer alıyoruz. Böyle olduğunda da sen veya ben olmaktan kurtulup biz olmaya başlıyoruz.
DÖRT: Olumsuzluk karşısında “Neden ben?” sorusunun altındaki nedenlerden birisi, insanın kendisini bir başkası ile karşılaştırması sonucunda kendini düşük bir kategori ile sınıflamasıdır. Kendi özellikleri azımsadığından, neden önemli, değerli ve anlamlı olduğunu kavramakta güçlük çeker. Hâlbuki her birey, önce insan olduğu için o niteliklere sahiptir. İnsan olma ise terazi ile ölçülebilen bir özellik değildir. İnsanın değeri, önce iyi niyetle belirlenir ve duygularla ölçülür. Duygular ise anlamı ve önemi oluşturur. Her birey, duyguların muhatabı olmaya layıktır.
BEŞ: Her gün yaşamın zorlukları ve ağır yükü ile boğuşuyoruz. Kimi zaman bu yük bizi eziyor, bazen ise zorluklarımızı kuş tüyü hafifliğinde hal yoluna koyuyoruz. Tüm bunlar bizi değişik biçimlerde etkiliyor. O ana kadar geliştirdiğimiz karakter yapımıza bağlı olarak bazı durumlarda içe dönerek, kimilerinde ise dışa tepki vererek davranıyoruz. Ama genelde davranış modelimizin odağında yer alan bir unsur var ki; ne olduğumuzu, nasıl göründüğümüzü ve nasıl algılandığımızı ‘o’ belirliyor. Bu unsur, ‘ben’, ‘sen’ ya da ‘biz’ olabiliyor. Toplum içinde yaşayan insan, davranış modelinin farkında ve bilincinde olmalı. Eğer böyle bir kişisel bilinç gelişmemişse, ya ‘sen’ bakış açısıyla başkalarının yörüngesinde olacak ya da ‘ben’ anlayışıyla bencillik uçurumuna sürüklenecektir. ‘biz’ olmayı ancak ‘ben’ ve ‘sen’ olmayı aşabilen insanlar başarıyor.
ALTI: Nasıl bir ekmek olacağımız önceden belirlenmiş olabilir mi? Yoksa her birey bir ‘büyük teknedeki hamurdan’ biraz alıp kendi ekmeğini kendisi mi yapacak? Bu yaklaşımlardan sadece birini ezbere almak doğru değil gibi… Sanki bir başlangıç durumu ile yola çıkıp daha sonra –denetimimizde olan ve olmayan şartlar altında– kendi seçimlerimiz ile kendimizi oluşturuyoruz. Bir de değişim konusu var. Uzak ve yakın çevremizdeki sayısız faktörün etkisi altında fiziksel, duygusal veya düşünsel olarak değişmeden kalabilmek mümkün değil. Buna karşılık özellikle benliğin bir parçası olan ‘düşünsel kalıbın’ değişimine direnenlere de sıklıkla tanık oluyoruz. Hâlbuki “değişmeden kaldığını iddia eden kişinin ‘sadık olduğu’ kendisi değil, yanlış benlik düşüncesidir.”