İyilik Yapmak
Gürcan Banger
Yunus Emre ve Mevlana’dan bilgelik dolu dizeler ve şiirler okumayı severim. Sözlerini anlamlı bulduğum şairlerden bir diğeri ise Şirazlı Sadi’dir. İyi tanınan Bostan ve Gülistan yanında başka eserleri de bulunan 13’üncü yüzyıl şairi Şirazlı Sadi, kitaplarında bilgelikle donanmış öğütler verir. Kimi zaman düzyazı, bazen manzum olan sözleri iyi insan olmanın erdemini de anlatır.
Örneğin Sadi’nin şu sözleri ne kadar anlamlıdır: “Mademki, iyi de kötü de en sonunda ölecektir; o halde iyilik yapmak mutluluktur ve iyilik yolunu tutan mutludur. Sonsuz yolculuk azığını kabrine sen kendin gönder; senden sonra ve senin arkadan kimse göndermez.” Burada iyilik yapmanın güzelliği kadar yaşamla ölüm arasında kurulan bağ da anlamlıdır.
Bu kültür, iyilik yapmayı yarına bırakmayı adeta yasaklar. Öğütleri daima iyilik yapmanın yaşamın olağan unsurlarından birisi olmasıdır. Bu nedenle bugün ile yarın arasında iyilik ile bir bağlantı kurarken, “İyilik yapmayı bugünden yarına bırakmamalısın. Çünkü yarın geldiğinde sen olmayabilirsin” der.
Geleneksel kültürümüz iyiliğin yapılmasını ama saklı tutulmasını söyler. Böylece iyilik yapanın bununla böbürlenmesinin, iyilik yapılanın da bunun altında ezilmesinin önüne geçmeyi hedefler. Ne yazık ki, tüketim toplumuyla birlikte yapılan iyiliği tanıtım amaçlı kullanmanın iyilik yapmanın önüne geçtiğini görüyoruz.
Tarih okumalarımız bize öyle gösteriyor ki, iyiliğin gerçek özünün kaçırılması pek de yeni bir şey değil. 8’inci yüzyılın İslam bilginlerinden Ömer bin Haris bu konuda şunları söylüyor: “Eskiden iyilik yaparlardı, söylemezlerdi. Sonra; hem yapmaya, hem de söylemeye başladılar. Şimdi ise yapmıyorlar, fakat söylüyorlar.” Sanırım; söylediğinden bu yana onüç yüzyıldan fazla geçmiş olan bu sözden hâlâ öğreneceklerimiz var.
Çoğumuz her geçen gün temposu ve karmaşıklığı artan bir yaşamın içindeyiz. Günün hay huyu içinde durup düşünmeye, kendimizi dinlemeye zamanımız bile olmuyor. Sıradan ilişkiler içinde yaşamın güzelliklerini ve anlamını kaçırdığımız zamanların sayısı hiç de az değil. Bu koşuşturma içinde yanlışlar da yapıyoruz. Belki de yaptığımız en ciddi yanlış yaşamın değerini ve yaşam içinde insan olmanın (kendi olmanın) anlamını gözden kaçırmamız.
Böylesine karmaşık bir yaşam koşuşturması içinde –deyim yerindeyse– yanlış yapmak fırsatı her gün sayısız defa elimize geçiyor. Yaptığımız yanlışların kendimize olduğu gibi başka insanlara zarar verme ihtimali de çok yüksek. Ama gerçek anlamda bir iyilik yapma fırsatı, belki de ancak yılda bir kez önümüze geliyor. İşte; bu nedenle iyilik fırsatını kaçırmamak gerekiyor. Bir karşılık beklemeden iyilik yaparak hem kendi değerimizi hem de kendi mutluluğumuzu artırıyoruz.
İyilik yapmanın en basit tanımı ihtiyacı olana destek olmaktır. Ama bu destek sırasında asla kaybedilmemesi gereken öz, adalet duygusu olmalıdır. Bir başkasının hakkı olan veya kamunun malı olan bir nesneyi haksız biçimde birisine aktararak iyilik yapmış olmayız. Bu nedenle iyilik yapan kişinin ne yaptığını bilecek ölçüde erdemli, bilinçli ve güçlü olması gerekir.
İyilik yapan neden kendi içinde güçlü olmalıdır? Bu sorunun çok da zor olmayan bir cevabı var. 18’inci yüzyılın Fransız yazarı Étienne Pivert de Senancour şunları söylüyor: “Zayıf olduğundan dolayı iyilik yapanlar, bir başka durumda kötülük de yapabilirler.” Özetle; insan kendini bilmeli.