Bir Benzerlik Var mı?
Gürcan Banger
Martin Seligman, ünlü bir deneysel psikolog ve klinik araştırmacıdır. Uzun yıllar kötümserler ve iyimserler üzerine çalışmalar yapmıştır. Yaptığı çalışmalar ile ilgili kitapları ve dergilerde yayınlanmış makaleleri bulunmaktadır. Size önce Seligman’ın çalışma alanına giren, 1960’lı yıllarda gerçekleştirilen anlamlı bir deneyden söz etmek istiyorum.
Deneyde bir kafesin tabanının sağ ve sol tarafına (ayrı ayrı bölümler halinde), dokunulduğunda (yaşamsal zarar vermeyecek biçimde) elektrik çarpmasına neden olan elektrik kabloları döşendi. Denek olarak kullanılacak bir köpek kafese konuldu.
Önce sol taraftaki düzeneğe elektrik verildi. Sol tarafta durduğunda elektrik çarptığını fark eden köpek, kafesin sağ tarafında durmayı “öğrendi”. Bu deney, bir süre devam ettirildikten sonra kafesin solundaki elektrik kesilip sağ tarafa elektrik verildi. Bu şekilde deney sürdürüldüğünde köpek, bu sefer kafesin sol tarafında durması gerektiğini öğrendi. Buraya kadar olan iki aşamalı deneyde herşey beklendiği gibi gelişmişti.
Deneyin üçüncü bölümünde kafes tabanının hem sol hem de sağ tarafına aynı anda elektrik verildi. Bu durumda köpeğin elektrikten kaçması mümkün değildi. Önce köpeğin bir şaşkınlık yaşadığı gözlendi. Bir süre şaşkın halde sağa sola giden köpeğin sonra koşuşturmaktan vazgeçip kafesin herhangi bir yerinde uzanıp yattığı görüldü. Bir anlamda elektrikten kurtulamayacağını anlayan köpek, zor durumu kabullenmiş ve kurtulmaya çalışmaktan (mücadele etmekten) vazgeçmişti.
Bu son aşama, şaşırtıcı ve önemli olmakla birlikte deneyin bir aşaması daha vardı. Deneyi yapan bilimciler, kafesin kapısını açmaları durumunda köpeğin ne yapacağını görmek üzere bunu denemeye karar verdiler. Öngörüleri, kapı açılır açılmaz köpeğin derhal kafesten uzaklaşacağı idi. Ama öyle olmadı. Kafesin kapısını açmalarına rağmen köpek uzandığı yerde yatmaya devam etti.
Bu “beklenmeyen” sonuç için bir açıklama olmalıydı. Deneyciler, köpeğin bir süre şiddete karşı mücadele ettiği, kaçamayacağını anladığında ise (özgürleşme fikrinden uzaklaşarak) mücadele etmekten vazgeçtiği biçiminde yorumladılar.
Seligman’ın çalışmalarına konu olan (köpeğin davranışı deneyi ile örneklenen) davranış modeline “öğrenilmiş çaresizlik” adı veriliyor. Bu konuda çalışan bir diğer bilim adamı ise D. S. Hiroto’dur. Bir deney de ondan aktarmak isterim.
Her biri beşer kişiden oluşan üç grup, üç ayrı odaya konulmuştur. Her üç odaya yüksek hacimde gürültü sesi verilmiştir. Gürültü düzeyine dayanmak neredeyse mümkün değildir. Her odada düğmeler vardır. Deneye katılanlara doğru düğme bulunup basıldığında gürültünün kesileceği anlatılmıştır.
Birinci odada gerçekten gürültüyü kesen bir düğme vardır ve aramalar sonunda gruptakiler düğmeyi bulup gürültüyü keserler. İkinci odada ise düğmelerin hiçbiri çalışır halde değildir. Hangisine basarlarsa bassınlar gürültü değişmemektedir. İkinci gruptakiler, büyük uğraşılarla aradıktan sonra düğmeyi bulmayacaklarına kanaat getirip bir kenara çekilerek (ve sesin kendiliğinden kesilmesini umarak) beklemeye başlarlar. Üçüncü odada ise herhangi bir düğmeye basıldığında gürültü artmaktadır. Gürültüyü azaltan veya kesen bir düğme yoktur. Herhangi bir düğmeye basışta gürültü seviyesi, biraz daha yükselmektedir. Grup, 1-2 denemeden sonra çözüm aramayı bırakıp köşelerine çekilerek beklemeye başlarlar.
Deneyin tekrar edilmesi kararlaştırılır. Her gruba iki yeni denek eklenerek deney tekrarlandığında ise; birinci odadakiler, birlikte düğmeyi arayarak elektriği keserler. İkinci odadakilerden eski denekler, yerlerinden kıpırdamazken, yenilerin çabalarını umutsuzlukla seyrederler. Üçüncü odada ise gürültüyü kesmek için atılım yapan yeni denekler, eskiler tarafından zorla durdurulur.
Bu iki deney de, toplumumuzun ekonomik, sosyal ve sivil problemler karşısında tutumunu güzel örneklemiyor mu sizce! Çaresizlik, (bazı örnekler dışında) tarihimiz boyunca bize yeterince güçlü olarak öğretilmiş değil mi! Ama bitirirken, sözünü ettiğim iki bilim adamının bu çalışmaları yapmaktaki amaçlarını iletmek isterim: “Kötümserlik, kader değildir.”