Yaşam, Her An Daha ‘Bulanık’…
Gürcan Banger
Herhangi bir seçim yapmanız gereken süreçte en zor durum, seçenekler arasında size uygun olanın bulunmamasıdır. Örneğin genel ve yerel seçimler gündeme geldiğinde; “Neden seçim pusulasında ‘hiçbiri’ şeklinde bir seçenek yok?” sorusu aklıma takılır. Seçim yapmak adına ‘ehven-i şer’ (kötünün iyisi) bir tercih yapmak zorunda olup olmadığımı sorgularım.
Gene siyaset alanından bir başka örnek vereyim. Tanıdığınız kişileri gözünüzün önüne getirin. Bunlardan herhangi bir için katı biçimde liberal, laik, siyasal dinci, solcu veya demokrat demek mümkün müdür? Pek çoğumuzda farklı özellikler bir arada bulunuyor. Demokrat görünümlü bir kişide faşist eğilimler gözleyebiliyorsunuz. Solcu olduğunu söyleyen bir başkası, liberal politikalara onay verebiliyor. Özetle; hiç kimse (veya hiçbir siyasal parti) siyah ya da beyaz değil. Her birey ya da örgüt değişik oranlarda siyah ve beyaz içererek kendine göre bir grilik oluşturuyor.
Dünyada ve ülkemizdeki siyasal partileri incelediğinizde; geçmiş yüzyıldan farklı olarak bunların artık tek bir rengi temsil etmediklerini göreceksiniz. Her sol partide liberal unsurlar, her milliyetçi partide evrensel nitelikler var. Bu durum, giderek gelişiyor ve çeşitlilik gösteriyor. Artık siyasal unsurları siyah veya beyaz gibi kesin kategorilere ayırmak kolay değil.
Nasreddin Hoca’ya atfedilen bir hikâye var. Çocuklarından birisi tarlasına buğday ekmiştir ve bereket getirecek yağmurların gelmesini istemektedir. Hoca çocuğuna hak verir ve gönlüne göre yağmur yağmasını diler. Diğer çocuk ise çömlekçilik yapmaktadır. Çömleklerin biraz daha çabuk kuruması için güneşli havalar beklentisi içindedir. Hoca ona da hak verir ve hava durumunun gönlüne göre olmasını ister. Bu durumu göre karısı, bu çelişkiye işaret edince Hoca ona da hak verir.
Görüldüğü gibi; yaşamın pek çok alanında karşıtlıklar birlikte ve bir arada bulunuyorlar. Siyah ve beyaz, ışık ve gölge veya varlık ve yokluk gibi karşıtlıklar, yaşamın gerçekliğini birlikte oluşturuyorlar. Yaşam asla tek yönlü değil. Hem kişilik ve kimliğimizde hem de yaşadığımız çevrede karşıtlıklar, bir arada yaşamın gerçekliğini oluşturuyor. Hiç kimse sadece siyah ya da beyaz değil.
Yerel seçimler öncesinde sivil toplum kuruluşları ile birlikte tam gün süren ‘katılımcı demokrasi ve katılımcı bütçe’ konusunda bir çalıştay (atölye çalışması) yaptık. Bugün Brezilya’nın Porto Alegre kentinden başlayarak dalga dalga yayılan katılımcı bütçe anlayışı, yerel yönetim bütçelerinin oluşmasına halkın daha fazla katılımını öngörüyor. Hatta yerel yönetim bütçesinin yüzde 5-20’lik bir bölümü vatandaşlar ve sivil toplum kuruluşları tarafından yapılıyor.
Katılımcı bütçe çalışmasında örneğin bir mahallede oturan vatandaşlar yapılmasını istedikleri projelere oy vererek önceliklerini belirtiyorlar. Diyelim ki; o mahallede öne çıkan 5 proje ve her proje için oy atmak üzere hazırlanmış bir sandık var. Her vatandaşa 10 tane oy pusulası veriliyor. Vatandaş, 10 tane oyunu 5 sandık arasında kendi önceliklerine göre paylaştırıp kullanıyor. Bir başka deyişle; tek bir projeyi seçmek yerine oylarını projeler arasında kendi önceliklerine göre paylaştırıyor. Örneğin 5 oyunu kanalizasyon projesi için, 3 tanesini çocuk oyun parkı için ve 2 tanesini yolların bakımı için kullanabiliyor.
İsa’dan önce 4’üncü yüzyılda yaşamış Eski Yunanlı filozof Aristoteles (Aristo), ‘evet-hayır’, ‘var-yok’ veya ‘siyah-beyaz’ olarak örnekleyebileceğimiz ikili düşünce sistemini dillendiren kişidir. Ona göre bir şey, ‘ya böyledir ya da böyle değildir.’ 20’nci yüzyılın ikinci yarısı ise yaşamın bu denli basit olmadığını bize öğretmeye başladı. Bilim dünyası, 1965’te Azeri bilim adamı Lütfi Askerzade’nin ünlü ‘Bulanık Kümeler (Bulanık Mantık)’ makalesi ile yaşamın karmaşıklığını, karşıtlıkların birlikte ve aynı anda varlığını daha fazla tartışmaya başladı.
Dün Aristo mantığıyla ‘akıllı’ bulduğumuz her şey siyah ya da beyazdı. Bugün ise grilerin varlığını aklın mevcudiyeti olarak yorumluyoruz.