İslam Dünyası, Batı ve Demokrasi

İslam Dünyası, Batı ve Demokrasi

Gürcan Banger

İslam ve Demokrasi

BİR
Afrika’nın kuzeyinde, Ortadoğu’da ve Arap – İslam dünyasında gelişmekte olan bir karmaşa var. Bazı yorumcular bunun yıllardır süren baskıcı rejimlerden demokrasiye doğru bir çıkış olduğu düşüncesini ifade ediyorlar. Diğer yandan eylem yapan topluluklara baktığınızda; bazı kişilerin ellerinde Che Guevara gibi radikal sol liderlerin resimleri taşınırken başkalarında radikal dinci bir özlemi ifade eden pankartlar ya da semboller görüyoruz. Diğer yandan Türkiye’de genel hatları itibariyle İslam’ı kendine eksen alan bir siyasal iktidar var. Bu iktidarla da ilgili (hiç kuşkusuz grileri de olan ama büyük ölçüde) siyah ve beyaz gibi farklı yorumlar yapılıyor. Güncel laf kalabalığından kurtulup İslam ve demokrasinin derinlemesine bakmak ufuk açıcı olabilir.

Demokrasi ve Batı literatürü
Demokrasi literatürünün ciddi bir bölümü, Hıristiyanlık dışındaki dinlerle demokrasinin ilişki ve etkileşimini araştırmaya yönelmiştir. Bu konuda yazılmış pek çok kitap ve makale bulunduğuna kuşku yok. Bu bağlamda İslamiyet de demokrasi konusunda düşünüp yazanların ilgi alanı olmaya devam ediyor. İslam ve demokrasi ikilisi konusunda görüşlere yakından baktığımızda ise bazı sıkıntılı durumlar dikkatimizi çekiyor.

Konuya Batı penceresinden bakan düşünürlerin önemli bir bölümü, İslam - demokrasi ikilisini İslamiyet’in demokratikleşmesi olarak algılamayı tercih ediyorlar. Bu yönelim, sadece bazı fikir insanlarının düşünceleri olmakla da kalmıyor; aynı zamanda bu yönlü kuruluşlar oluşturulmasına, yayınlar yapılmasına, devlet ölçeğinde politikalar geliştirilmesine ve genelde bu amaca yönelik kaynak harcanmasına neden oluyor.

Cumhuriyet’i kuran felsefe, Osmanlı’nın geri kalmasında ve çöküşünde din faktöründen kaynaklanan olumsuzluklar olduğu inancındaydı. Yozlaştırılmış dinin; devletin iç süreçlerine ve sosyal yaşamın kamusal yönlerine geri bıraktırıcı engeller oluşturduğunu düşünmekteydi. Bu nedenle bildiğimiz türden bir laiklik anlayışı ön plana çıktı. Gelişmelere kuş bakışı göz attığımızda; Cumhuriyet sürecinin -özellikle 1950’li yıllara kadar- devlet himayesinde olmak üzere İslamiyet’in demokratikleştirilmesi olduğunu gözleriz.

Doğu’da Batı demokrasisi var mı?
Türkiye’yi bir yana koyarsak; çoğunluğunu Müslümanların oluşturduğu hiçbir ülkede Batı tipi bir demokrasinin başarılı varlığını ve yükselen sürdürülebilirliğini görmüyoruz. Türkiye’de ise Batı standartlarında bir demokrasinin çok uzaklarında olduğumuz, bu konuda içte ve dışta yapılan kamuoyu araştırmaları ve izleme raporları ile ortaya konulmakta. Dolayısıyla bugüne kadar İslamiyet ve demokrasi ikilisinin küresel ölçekte yeterli başarıya ulaştığı bir örnek görmek mümkün değil.

Devlet himayesinde ve laiklik temelinde İslamiyet’i demokratikleştirme projesi olan Cumhuriyet konusunda ne söylenebilir? Doğrusu; bu projenin başarısı konusunda kolay bir cevap vermek mümkün değil. Bireysel görüşümüz ne olursa olsun; 1950’lerden sonra eksenini ve yönelimini kaybetmiş bir projenin başarısından veya başarısızlığından söz etmek, her iki yönde de haksızlık olur. Bu nedenle Türkiye’nin İslam dünyası için bir laik model oluşturduğu tezi de artık ilgi görmemektedir.

Demokratikleştirme
Cumhuriyet projesi ile birlikte ortaya çıkan demokratikleşme sürecinin temel özelliği, sürecin ulusal özelliklerinden de kaynaklanacak biçimde büyük ölçüde iç dinamiklere bağlı olarak gelişmesiydi. Hâlbuki günümüzde farklı bir durum yaşanıyor. Özellikle reel sosyalist sistemin yıkılmasından ve dünyanın tek kutuplu hale gelmesinden başlayarak demokratikleşme de farklı bir sürece girdi. Demokratikleşme talebi bir iç dinamik olmaktan çıkıp Batılı güçlerin demokratik olanlar ve demokratik hale getirilecekler planına uygun seyretmeye başladı. Afganistan ve Irak, bunun yakın örnekleridir; ama dünyadaki politik gelişmeleri izleyenler başlıca demokratikleştirilmiş örneklerin de bunlardan ibaret olmadığını bilirler. Kuzey Afrika ve Ortadoğu’ya baktığımızda yeni demokratikleştirme model ve denemelerini de görüyoruz. Diğer yandan dinler arası diyalog çalışmalarının da Batının zorla demokratikleştirme planları ile bir ilgisi olsa gerektir.

Batının demokrasi söylemi arkasına gizlenerek geliştirdiği saldırgan tutumu, geçen yüzyılın ortalarından bu yana İslamcı düşünür ve örgütleri, Batı tipi bir demokrasi karşısında agresif ve muhalif tavır almaya yöneltti. Günümüzde Batı tipi demokrasiyi yaygınlaştırmaya çalışanlar kadar demokrasinin İslamiyet dışı bir unsur olduğu konusunda iddia sahibi olanlar var.

Bugüne kadar İslamiyet ve demokrasi ikilisinin küresel ölçekte birlikte başarıya ulaşamamış olması, bu olgunun imkânsızlığını doğrulamaz. Bu alanda daha fazla düşünmeye ve uygulama üretmeye ihtiyaç var. Eğer bir başarı söz konusu olacaksa, bu süreçte toplumumuzun önemli payı olacaktır.

Demokrasi beklentisi

Demokrasiye Doğu’dan bakış
Demokrasi konusunda Doğu’da birkaç farklı görüş var. Birinci görüş; halk, yer ve zaman ayırmaksızın Doğu toplumu, İslamiyet ve demokratikleşmemiş olmayı sanki aynı bütününün parçalarıymış gibi bir tutarken, diğer görüş; Batılı olan her şeyin karşısında olmayı ve tarihi ters çevirip geriye dönerek (Türk-İslam sentezci, neo-Osmanlıcı ya da neo-İslamcı, hatta Asr-ı Saadet’çi bir tarzla) kendi çözümlerini unutulduğunu varsaydığı kendi geçmişinde aramayı tercih ediyor.

Bugün İslamiyet ve demokrasi tartışmalarının odak noktasında reel liberal demokrasinin temsilcileri olan Batılı devletlerin, anti-demokratik buldukları Doğu toplumlarını demokratikleştirme çabaları var. Bu faaliyetler, sivil toplum etkinliklerinden silahlı askeri müdahaleye kadar her tür ve boyuttan görüntüler verebiliyor. Kendilerini demokrasinin mucidi bulan Batılı ülkelerin, İslam ve demokrasi algısına baktığımızda; aslında bunun bir başka eksenin üzerine oturduğunu görüyoruz. Bu ülkelerin ve bu görüşü benimseyenlerin gözünde; bu eksen, bir Batı-Doğu eksenidir ve İslamiyet ile demokrasi arasındaki etkileşim ise bir batılılaşma sürecidir. Bir başka deyişle; demokrasi ile İslam’ın uyumlulaştırılması meselesi, Batıcı gözle bakanlar için bir batılılaşma sorunudur.

Oryantalizm
Bu özetlediğim çerçeve, geçmişini özellikle 18 ve 19’uncu yüzyılların oryantalizm anlayışında bulur. Şarkiyatçılık, doğu bilimi gibi başka isimlerle de anılan oryantalizm, masum bir dille ifade edildiğinde; yakın ve uzak doğu toplum ve kültürlerinin başta dil olmak üzere sosyal özelliklerinin incelendiği Batı kökenli araştırma alanlarına verilen isimdir. Bu alandaki çalışmalar, 18’inci yüzyılda hız kazanmaya başlayan Batının Doğuya yönelmiş seyyahlığı ile genişlik kazanmıştır.

Bir karşılaştırmalı edebiyat profesörü ve oryantalizm konusunda çalışan bir uzman olan Edward Said, Batının Doğuyu anlama ve çözümleme yaklaşımını (yani oryantalizmi) ilginç biçimde tahlil eder. Said; Oryantalizmin, Aydınlanma Çağı sonrasında Batılıların Doğuyu yani Hıristiyanlık dışında dinlerin yaygın olduğu toplumları ötekileştirmeyi öne alan önyargı dolu yaklaşımlarını sağlam temellerle anlatır.

Said’in haklı olarak eleştirdiği oryantalizmin bakış açısına göre; “Batı iyidir, demokratiktir, gelişmiştir, kültürel ve demokratik zenginliğini bağımsızca kendisi üretmiştir”, diğer yandan “Doğu ise az gelişmiştir, barbardır, demokratik değildir ve iyileştirilmesi için müdahale edilmesi gereklidir.” Bu çerçeve, en yaygın dinlerden birisi olarak İslamiyet’in dönüştürülmesine ilişkin bir özel programın uygulanması da haklı gösterir. Özetle; demokrasi süreci, bu anlayış başlığı altında Batılı gelişmiş ülkeler için Doğuyu Batılılaştırmak ve Doğulu için ise her ne pahasına Batılılaşmaktır. Her iki taraf da Doğu insanını dönüştürme çabasındadır; onu ötekileştirerek demokratikleşme adına kendi kimliğinden ve öz benliğinden kurtarmaya çalışmaktadır.

Batılılaşma ve demokratikleşme
Doğuda yer aldığını söyleyebileceğimiz her toplumun ve ülkenin kendine özgü şartları var. Türkiye açısından baktığımızda ise öncelikle demokratikleşme algısını, Batılılaşma algısından ayırt edebilmek zorundayız. Bu ülkenin demokratikleşme süreci, at gözlüğüyle algılanmaya çalışılan bir batılılaşma olmaktan çıkarılıp toplumun tüm kesimlerinin katılımıyla üretilecek -muhtemelen yaşamın içinde, aşağıdan yukarıya üretilecek- bir yeni toplumsal sözleşme oluşturulması süreci olmalıdır. Bunun için ise büyülü sözcük katılımdır. Ülkenin ve toplumun özgün koşulları, önümüze bu olguyu ödev olarak koymaktadır.

Son söz: Her nereyi konuşuyorsak; önce mutlaka mevcut durumu doğru ve olabildiğince objektif anlamak ve açıklayabilmek lazım. Nedeni anlaşılmayan ve açıklanamayan her olgu karşısındaki eylem başarısız olmaya mahkûmdur.

İKİ
Güncel olayların ve faaliyetlerin hay huyuna dalıp bunlara neden olan kaynak nedenleri çoğu zaman gözden kaçırıyoruz. Bir anlamda bilime ve teoriye değer vermeden kendi aklımızın erdiği kadarı ile dünyayı açıklamaya çalışmamız sıkça oluyor. Bakışımızı dünyaya çevirip daha geniş bir ufka bakabildiğimizde ise kimi zaman gerçeklerin farklı olabileceğini, bazı durumlarda ise görüntülerin bizi götürdüğü yerin gerçekler dünyası olmadığını fark ediyoruz.

İslam ve demokrasi tartışması
Zaman zaman geriye dönüp çok iyi kavradığımızı düşündüğümüz kavramları bir kez daha gözden geçirmekte yarar var. “İslam ve Demokrasi” tartışması sürecinde; bu geri dönüşü demokrasi konusunda da yapmanın yararlı olacağı kanaatindeyim. Antik çağlarda doğrudan demokrasinin geçerli olduğu kentlerde kararlar, yurttaşların katıldığı ortamlarda yapılan görüşmeler sonucunda ortak olarak alınıyordu. Son derece cazip görünen bu manzaranın arka planında ise bu sürece mülksüz erkeklerin, kadınların ve kölelerin katılamayışı yer alıyordu. Bir başka deyişle; o çağlarda mülksüzler, kadınlar ve köleler yurttaş kavramı içine alınmıyordu. Bugün ise yurttaş kavramını çok daha kapsamlı ve çok aktörlü olarak tanımlıyoruz. Ama buna karşılık demokrasiyi antik çağların kentlerinde olduğu gibi doğrudan yürütme imkânımız da kalmadı; bu nedenle insanlık, temsili demokrasi denen farklı ehven-i şer bir sisteme geçmek durumunda kaldı.

Daha önceki yazılarımdan birisinde; Collier ve Levinsky’nin yaptıkları sıfatlı demokrasi araştırmasında 550 demokrasi kategorisi tespit ettiklerinden söz etmiştim. Gerek yukarıda anlattığım örnek, gerekse bu iki araştırmacının bulguları bize demokrasi hakkında birkaç önemli ipucu veriyor. Bunlardan birincisi, demokrasinin sürekli gelişme özelliğine sahip olduğudur. Bu nedenle; demokrasi, en iyi yönetim biçimi olarak değil, en az kötü yönetim yaklaşımı olarak tanımlanır. Demokrasi kavramının ve uygulamalarının gelişim tarihi de bu tespitin doğrulanma örnekleri ile doludur.

Demokrasiye ilişkin ikinci önemli özellik, bu kavramın ilk ortaya çıkışından bu yana anonim bir nitelik sergilemesidir. Bir başka deyişle; demokrasinin yaratıcısı ve sahibi yoktur. Gelişmiş Batının bazı demokrasi havarilerinin, demokrasiyi sanki kendileri icat etmiş gibi bir tutum içinde olmaları, kendi hüsn-ü kuruntularından başka bir şey değildir. Özetle; demokrasi; bir kişiye, bir kurum veya kuruluşa, bir devletler topluluğuna veya bir siyasal söyleme ait bir kavram değildir; olabileceği yönünde iddiaları doğrulayacak izler yoktur.

Üçüncü olarak demokrasi, kendi gelişim tarihi içinde değişime uğramaktadır. Günümüzde ulaştığımız katılımcı ve çokkültürcü demokrasi anlayışı, tarihin bu dilimine özgü bir gelişmedir. Muhtemelen önümüzdeki dönemde toplumun değişimiyle birlikte yeni boyut ve nitelikler kazanacaktır. Bu çerçevede çoğu zaman demokrasinin kendisi ile eşdeğer tutma yanlışı yapılan oy kullanma, seçme-seçilme, temsil vb gibi demokrasinin araçları da -demokrasinin kullandığı teknolojiler de- değişime uğrayacaktır.

Neden demokrasi?
Demokrasi sözcüğü, eski Yunanca’da demos ve kratos sözcüklerinin birleşimi ile üretilmiştir. Demos sözcüğü halk anlamına gelirken, kratos ise egemenlik, güç, iktidar gibi anlamlar taşır. Demokrasinin antik çağlardan bu yana gösterdiği değişimin özünde demos’taki -halktaki, toplumdaki- değişim yer alır. Demos’un yere ve zamana bağlı olarak gösterdiği değişim, demokrasinin halkın egemenliği özü sabit kalmakla birlikte değişip gelişmesine neden olmuştur. Dolayısıyla demokrasi olgusu, kök salmaya çalıştığı toplumsal yapıya göre farklı özellikler geliştirebilmektedir. İslam ve demokrasi ikilisinin birlikte mevcudiyetinin ve sürdürülebilirliğinin mümkün olduğunu doğrulayan özelliklerden birisi, demokrasinin yukarıda saydığım nitelikleri ile değişime uyum sağlayabilen bu yanıdır.

Sonuç olarak; demokrasinin önemli bir yüzdesi Müslümanlardan oluşan toplumlarda mevcudiyeti ve sürdürülebilirliği açısından bir sorun olduğu kanaatinde değilim. Bu anlamda Müslümanların yoğun olarak yaşadıkları ülkelerde demokrasinin ve buna bağlı olarak sivil toplumun gelişemeyeceği fikrine de katılmıyorum. En azından; demokrasinin tarihinde bunu doğrulayacak veriler yoktur. İhtiyacı duyulan, farklı kesimlerin bir araya gelerek ortak paydayı üretecekleri düşünce, yol, yordam ve mekanizmalardır.

Demokratik İslam mümkün mü?
Dünya siyaset literatüründe İslam ve demokrasinin bir arada varlığı ve sürdürülebilirliği sık tartışılan konulardan birisidir. Bu ikilinin birlikte var olamayacağını iddia edenlerin sayısı, İslam’ın özünde demokrasi ruhunun varlığını savunanlardan daha az değildir. Her iki kesim de tezlerini bazı tarihi ve sosyal, kültürel, hukuksal veya ideolojik temellere dayandırmaya çalışıyorlar. Bu yazıda İslam ve demokrasinin birlikte varlığını ve sürdürülebilirliğini olumsuzlayanların yaklaşımlarını ve gerekçelerini ana başlıklarıyla özetlemeyi deneyeceğim.

Olumsuzların dayanak noktaları şu unsurlarda toplanıyor: Birincisi; İslamiyet’in fundamentalist özü nedeniyle çoğulculukla uyumlu olmayan anti-demokratik özelliğinin olduğuna işaret ediliyor. Diğer yandan; şeriatın mükemmel ve ilahi kabul edilmesinin bir sonucu olarak demokratik tartışma yerine teokratik kabullerin ön planda yer alacağı iddia ediliyor. Gene; İslami düşüncenin müminlerle inançlı olmayanları ayırt etmesi nedeniyle demokrasinin eşit yurttaşlık ilkesinin gereklerini yerine gelmeyeceği savunuluyor.

İkinci olarak; olumsuzlar, gerçek dünya gözlemlerini öne sürerek İslam dünyasında demokratik yönetimin temel özelliklerinin bulunmadığını söylüyorlar. Örneğin pek az İslam ülkesinde özgür seçimlerin başarıyla gerçekleştirilebildiği iddiası var. İran gibi ülkelerden getirilen örneklerle buralardaki yöneticilerin tercihlerinin demokratik işleyişin önüne geçebildiğine dair örnekler veriliyor.

Sivil toplum
Bir ülkede demokrasinin varlığı tartışılırken, demokrasi için aranan ön koşullardan birisi sivil toplumun mevcudiyetidir. İslami özellikleri öne çıkan toplumlarda sivil toplumun eksikliği yanında eğitim ve sosyal kültür üzerinde tartışmaya ve sorgulamaya izin vermeyen baskılar olduğu tezi sıklıkla öne çıkarılıyor.

İslamiyet’in demokrasiyi dışlaması konusunda en çok tartışılan argüman, ABD’de 11 Eylül ile gündeme gelen İslami fundamentalizm ve şiddet üzerine kurgulanıyor. Yazılı ve görsel basın ile Internet ortamındaki dokümantasyon incelendiğinde; 11 Eylül sonrasına ait neredeyse bir külliyat meydana getirilmiş olduğu görülüyor. Hatta bu İslami terör odaklı olumsuzlama öyle bir uç noktaya gelmiş ki; İslam ve demokrasinin birlikte var olabilirliği üzerine yapılmış teorik çalışmalar önem ve değerini yitirmiş gibi görünmekte.

Toplumsal cinsiyet
İslamiyet’in demokrasi ile çeliştiği alanları gösterme çabasında olanların en önemli tezlerinden birisini toplumsal cinsiyet ve kadının toplumdaki yeri oluşturuyor. İslamiyet’te kadının ancak erkeğin tamamlayıcısı olabildiği, bu nedenle ikinci sınıf insan kabul edildiği üzerine tartışmalar aralıksız sürdürülüyor. Buna bağlı olarak erkekler açısından çok eşliliğe geçit verilmesi, demokrasi ile uyuşmayacak yanlardan birisi olarak öne çıkarılıyor. Daha katı kuralcı olan olumsuzlar; çarşaf, türban ve benzeri örtünme biçimlerinin kadını yaşamsal tercihleri açısından zorlayıcılık içerdiği görüşündeler.

İslam’a yönelen eleştirilerin ciddi bir bölümü, liberal demokrasi savunucularından geliyor. Bu nedenle İslamcı düşünce ve yaşam biçimi, siyasal liberalizm açısından olduğu kadar bazı ülkeler örnek gösterilerek ekonomik liberalizm yönünden de eleştiriliyor. Son olarak; İslami demokrasi gibi bir kavramın belirsiz ve iyi tanımlanmamış olması iddiasıyla demokrasinin kendisini ve bu yönlü idealleri olumsuz etkilediği savı etkin biçimde öne sürülüyor.

Paylaş:

duyguguncesi hakkında

GÜRCAN BANGER, Eskişehir Maarif Koleji ve ODTÜ Elektrik Mühendisliği Bölümü mezunudur. Aynı bölümde yüksek lisans çalışması yaptı. Elektrik yüksek mühendisi. Kamuda mühendislik hizmetleri yapmanın yanında bilişim donanımı ve yazılımı, elektronik, eğitim sektörlerinde işletmeler kurdu, yönetti. Meslek odası ve sivil toplum kuruluşlarında yöneticilik yaptı. 2005’ten bu yana bazı büyük sanayi şirketleri de dâhil olmak üzere çeşitli kuruluşlarda iş kültürü, yönetim, yeniden yapılanma, kümelenme, girişimcilik, stratejik planlama, Endüstri 4.0 gibi konularda kurumsal danışman, iş ve işletme danışmanı ve eğitmen olarak hizmet sunuyor. Üniversitelerde kısmi zamanlı ders veriyor. Halen Raylı Sistemler Kümelenmesi'nde küme koordinatörü ve bizobiz.net danışmanlık ve eğitim firmasında proje koordinatörüdür. Kendini “business philosopher” olarak tanımlıyor. Düzenli olarak bloglarında (http://www.duyguguncesi.net ve http://www.bizobiz.net) yazıyor. Değişik konularda yayınlanmış kitapları var. Çeşitli gazete, dergi ve bloglarda yazıları yayınlanıyor. Son yayınları: "Endüstri 4.0 ve Akıllı İşletme", Dorlion Yayınları, Eylül 2016; "Endüstri 4.0 Ekstra", Dorlion Yayınları, Mayıs 2017.
Bu yazı Demokrasi, Din, Dünya durumu kategorisine gönderilmiş ve , , , , , ile etiketlenmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Bir Cevap Yazın