Gürcan Banger
İtalyan bilim insanı, filozof ve mühendis Galileo Galilei (1564-1642), Pisa Kulesi’nden aşağı bırakılan iki farklı büyüklükteki kütlenin aynı zamanda yere düşeceğini öne sürmüştü. Onun yaşadığı çağda böyle bir deneyi yapmanın şartları olmadığından bu amaçla ‘düşünce deneyi’ tekniğini kullanmıştı. Teknolojik imkânların çok geliştiği çağımızda tam boşluk şartlarında yapılan deneylerde Galileo’nun düşünsel öngörüsünün doğruluğu fiziksel olarak kanıtlanabiliyor.
Deney yapmak sadece fizik, kimya veya biyoloji gibi temel bilimlere özgü bir teknik değil. Sosyal bilimlerden sanata kadar pek çok alanda fiziksel veya düşünsel deneyler yapabilmek mümkün oluyor. Felsefe, psikoloji veya istatistik gibi disiplinler bu konuda bize önemli yöntemler ve araçlar sağlıyor. Bu bağlamda kişisel gelişim alanında bazı deneyler yapma imkânı da oluşuyor.
İnançları Denemek
Değişim, insanın kendisini görebilmesiyle başlar.
Çevrenizden sizi (bu inancınıza uygun olarak) iyi tanıyan, örneğin 10 kişiden sizin için ‘iyilik’ niteliğinde belli bir işi yapmalarını isteyin. Sözünü ettiğim temel inancınıza rağmen bunu yapmayabileceklerinden (sizi reddedeceklerinden) endişe ediyor olabilirsiniz. Belki de beklediğinizden çok daha iyi bir toplam sonuç çıkacak. Eğer talepte bulunduğunuz kişilerin yarısından fazlasından olumsuz cevap alıyorsanız bu durumda temel inancınızla ilgili bir yanılsama var demektir. Bu inancı baştan, kapsamlı biçimde ele almak gerekir.
Temel inançlarımızı açıklıkla tespit etmek kolay olmayabilir. Diğer yandan felsefe ve psikoloji tarihini incelediğimizde insanların üzerinde kafa yordukları pek çok konunun bu türden temel inançlar temalı olduğunu görürüz. İlk kez kendimizin düşündüğünü veya hissettiğini sandığımız konular gerçekte yüzyıllardır farklı disiplinlerdeki düşün insanlarının didikleyip formüle etmeye ve cevaplamaya çalıştıkları sorulardır. Temel inançlarımızı ‘deşifre etmek’ için yol gösterici bazı soruları şöyle sıralayabilirim: “Ben kimim?”, “Hangi özelliklere sahibim?”, “Başkaları benim hakkımda ne düşünüyor?”, “Diğer insanların hangi özellikleri var?”, “Geçmiş benim için hangi anlamlara geliyor ve ne tür pozitif-negatif değerler içeriyor?”, “Geleceğin bana getirmesini beklediklerim nelerdir?”, “Yaşamakta olduğum nasıl bir dünyadır?”
Bir noktanın altını çizmeliyim. “Başkaları benim hakkımda ne düşünüyor?” gibi bir soru bizi yanıltmamalıdır. Hiç kuşkusuz; bir birey olarak kendi yaşamımızı ‘kendimize göre’ sürdüreceğiz; başka insanların bizden olmamızı istedikleri gibi bir yaşam tercihimiz olmak zorunda değil. Ama benzer inanç, düşünce ve duyguları yaşadığımız bir çevrede diğer kişilerin hakkımızda ne düşündükleri, bizim için bir ‘sosyal ayna’ fonksiyonunu yerine getirir. Bize (kendimiz ve başkaları vesilesiyle) farklılıkları kıyaslama imkânı verir. Başkalarının ne düşündüğünü, özellikle bir ‘aynalama ve kıyaslama fonksiyonunun’ gereği olarak ele almak uygun olur.
Temel inançlarımızı tespit ettikten sonra sıra bunların negatif olanlarını pozitife dönüştürmek için yapılacak girişimlere geliyor. Diğer yandan temel inançlar konusunda düşünmek ve bunları tespit etmeye çalışmak, kendi başına (kendiliğinden) davranışlarımız üzerinde olumu etkiler yapar. Değişim, insanın kendisini görebilmesiyle başlar.