Yaşamı Anlamlandırmak
Gürcan Banger
Facebook’ta paylaş
Kanımca; insanı farklı kılan yanlardan önemli bir tanesi, yaşamı kendi algı ve dokunma modeliyle anlamlandırıyor olmasıdır. Hiç kuşkusuz insanın algı, dokunma ve tepki modeli geliştirilebilir. Fakat kişisel gelişim ile ilgili eğitim programlarına baktığımızda; bunların pek çoğunun insana adeta bir makine tasarlıyormuş veya mevcut bir tanesini onarıyormuş gibi yaklaştığını gözlüyorum. Albenili isimleri olan kişisel gelişim önerilerinin cazibesine benim de kendimi kaptırdığım zamanlar olmuyor değil. Ama yaşama daha dingin olarak baktığımda, gerçek kişisel gelişimin duygusal boyutlarını daha iyi kavrıyorum. Aklı veya duyguları, birini diğerinin önüne koymak mümkün değil.
İnsanın duygusal yaşamında her şeyi olağan akışına bırakması da mümkün değil. Duyguları ve aklı birlikte yaşamalı. Duygusal yaşamı nasıl güncel yaşamın akılcılığından ayırmak gerekiyorsa, aklın gerektiği noktalarda da kullanmaktan kaçınmamalı. Örneğin bir duygusal ilişkinin yaşayan, uzun soluklu bir ilişki olabilmesi için kişinin şans, sabır ve güzellik gibi doğal özellikler yanında kişisel gelişime de ihtiyacı var.
Yaşamın en ilginç (ve kanımca güzel) yanlarından birisi, bilinmezliklerle dolu olmasıdır. Olası gelişmelerin pek çoğunu tahmin etmek, neredeyse mümkün değil. Bu bilinemezliği, kısaca ‘şans ya da fırsat’ diye tanımlamak yanlış olmaz. İyi fırsatlar, yaşamımızda olumlu değişimler yaratırken (ve biz, bunları iyi şans olarak isimlendirirken) önümüze çıkan, aşılması zor engelleri kötü şans olarak biliriz. İyi veya kötü; şans yaşamın içinde olan bir unsurdur. Şansı da yaşamın kendi olağan akışı içinde kabul edip benimsemek gerekir.
Güzellik gibi doğal kazanımlar, doğru kavranması gereken özelliklerimizdir. Yüksek çekim özelliklerine sahip olmak, kişiyi ben-merkezciliğe, kendini aşırı sevmeye ya da insanları hor görmeye sürüklememeli. Yine örneğin fiziksel olarak ‘güzel’ olmamak, bireyi yaşamın dışına savurmamalı. Yaşam, bazı insanlara başarıyı yakalamak için doğal tutunma noktaları verdiği halde, diğer bazı bireylerin bu fırsatları kendilerinin yaratması gerekebilir.
Yaşamda karşımıza çıkan en ciddi sorulardan birisinin sabır olduğunu söyleyebilirim. Her birimizin farklı sabır eşikleri olduğunu söylemek yanlış olmaz. Ama sabır eşiğimizin, yaşamdan edindiğimiz deneyime göre değişebilir olduğunu da unutmamak gerekir. Bir duygusal ilişkinin temel dayanakları arasında sabır yer alır. Sabrın ödülü bizzat sevginin kendisidir. Bu arada; sabrın, duygularımızı karşımızdaki insana dayatma olmadığı gerçeğini de hatırlatmalısınız.
Bir duygusal ilişkiye (örneğin sevgiye) neredeyse kahve falı bakar gibi ömür biçildiğini okumuş ya da duymuşsunuzdur. Özellikle duygusallığın yerini beklentiler ve fiziksel beğeninin aldığı günümüzde ‘aşkın ömrü’ tartışması sık yapılır oldu. Sonsuz aşka inananların sayısı (ne yazık ki) giderek azalıyor sanki.
Eğer ilişkiyi kendi akışına bırakır ve sürekliliği için çaba harcamazsanız, aşkın sonu beklemeye kendinizi alıştırmanız gereken bir durumdur. İşte bu sona yakalanmamak için kişisel gelişim, yardımcı unsurlardan birisi olarak yaşamımızda yer alabilir.
Bir duygusal ilişkide bulunduğumuz insana sunabileceğimiz en değerli armağanların başında, kendimizi geliştirip değiştirebilme gücü gelir. Bir sevgi ve bağlılık ilişkisinde yer alan taraflar kendilerini değiştirebilme becerisine sahip olduklarında, duygusal ilişkinin de uzun soluklu yaşayacak yeni beslenme noktaları bulması olağandır. İçe kapanarak, değişime yüz dönerek, kendi karakter özelliklerini karşıya dayatarak bir ilişkinin sağlıklı, uzun ömürlü ve keyifli olması mümkün değildir. Aşkı yaşamak isteyen, gelişmeye ve değişmeye hazır olmalıdır. Ama her şeyden önce istekli olmalıdır.