Toplum, Devlet, Sivil Toplum ve Yurttaş

Toplum, Devlet, Sivil Toplum ve Yurttaş

Gürcan Banger

Önümüzdeki dönemde yeni anayasa tartışmaları oldukça ön planda olacak. Anayasaların sadece askersel iktidarlar tarafından yapıldığı bu ülkede sivillerin anayasa yapma yetkinliğini bu vesile ile görmüş olacağız. Kişisel olarak her ne kadar bu süreç için iyimser duygular taşımasam da ne olup bittiğini birlikte göreceğiz.

Toplum ve sivil toplum

Aynı toprak parçası üzerinde bir arada yaşayan ve temel çıkarlarını sağlamak için iş birliği yapan insanlar topluluğuna toplum adını veriyoruz. Bu topluluğu bir alan olarak kabul edersek, burada kurulmuş olan yapılar var. Bugüne kadar bu yapıların en etkin ve görkemlisi devlet olarak göründü gözümüze. Kimi tarihsel ve bölgesel örneklerde devlet o denli büyük olabiliyor ki; toplum dediğimiz alandan devlet dışındaki özerk yapılara fazlaca yer kalmıyor. Böyle bir örnekte devlet, sosyal yaşamın çok ciddi bir bölümünü kendi yönetimi ve denetimi altında tutuyor. Bu durum, özellikle devletin aşırı üstün ve baskın olduğu Doğu toplumlarının tipik bir özelliğidir.

Sadeleştirerek söylersek; toplum denilen alanın devlet dışında kalan bölümüne sivil toplum adı verilir. Hatta toplum bir pistona benzetilerek; pistonun bir bölümü devlet, diğer bölümü ise sivil toplum olarak isimlendirilir. Örneğe uygun olarak; devlet ileri gittiğinde sivil toplum küçülür, devlet geri çekildiğinde sivil toplum büyür. Bu kolaycı tanımlama, devlet ile sivil toplumu bir karşıtlık olarak ele alma eğilimindedir.

Sivil toplum kavramından Antik Çağlardan beri söz edilmekle birlikte; her dönemde kullanılan sivil toplum tanımı aynı anlamı taşımamaktadır. Örneğin İsa’dan 300-400 yıl önce yaşamış Eski Yunan filozoflarının ele aldığı sivil toplum kavramı ile 19’uncu veya 20’nci yüzyılın ünlü düşünürleri Hegel’in veya Marx’ın ya da Gramsci’nin yaklaşımları ciddi anlamda birbirinden farklıdır. Dolayısıyla farklı kaynaklardaki ‘sivil toplum’ ifadesinin aynılığına takılarak tarih yanılgılarına düşmemek gerekir. Ama ne yazık ki, sivil toplum literatüründe bu hatalara sıklıkla rastlanmaktadır.

Doğu toplumlarında sivil toplum kavramını, devletin yaşam alanlarına aşırı yayılımı nedeniyle ‘devlet X sivil toplum’ karşıtlığı olarak tanımlamanın haklı gerekçeleri var. Bu durum da, özellikle Türkiye gibi üstün ve baskın devlet geleneği olan ülkelerde sivil toplum kavramının liberal bir içerik kazanmasına neden oluyor. Devletin küçülmesi, özelleştirme veya özel girişimin kamu girişimi karşısında pozisyon kazanması gibi unsurlar, doğrudan sivil topluma mal ediliyor. Örneğin özelleştirme ve sivil toplumun gelişmesi arasında doğrudan paralellikler çizen ‘okumuş güruhuna’ sıklıkla rastlayabiliyoruz. Yine sivil toplum geliştirme çabalarını, ABD gibi gelişmiş ülkelerin çıkar politikaları ile eşleyenlerin sayısı da hiç az değil. İşin özü şu ki; sivil toplum kavramını liberal siyasi içerikten kurtarmak zorunluluğu gündeme her an biraz daha fazla düşüyor.

Sivil toplumu, liberal siyasi içerikten kurtarmanın yolu, tabii ki yeni bir tanımlama yapmaktan daha çok, bu kavramın bugün oturduğu zemini doğru tespit etmekten geçiyor. Günümüzde sivil toplum, öncelikle bireylerin kendi iradelerine dayanarak bir arada yaşama anlayışını ifade ediyor. Sivil toplum fikrini, bu ana eksene yerleştirmeden kullanılan tüm yaklaşımlar çerez misali günlük faaliyetlerin ötesine geçemez.

Sivil toplumun kendisini sivil toplum kuruluşları (STK’lar) ile ortaya koyduğunu ifade eden yaklaşımları duymuşsunuzdur. STK’lara aşırı angaje olarak sivil toplumun bir başka önemli özelliğini görememek, ağaçlar yüzünden ormanı kavrayamamak anlamına gelir. Çağdaş sivil toplum kavramının bu temel özelliği, bu yeni çağda devletin yeni türden bir dönüşümünü ifade eder. Ama sivil toplum süreci; devletin küçülmesi veya özelleştirme gibi dar kapsamlı bir dönüşüm olarak algılanmamalıdır. Bu süreç, devlet ve onun dışındaki özerk sivil - sosyal yapıların birbirini etkileyerek yeni bir toplum yapısına dönüşmeleri sürecidir.

Siyaset ile devletin bugüne kadar olagelmiş etkileşimi dikkate alındığında; sivil toplum sürecinin siyaset ile olan ilişkisi de kendiliğinden ortaya çıkar. Bugün yeni türden siyasetlerin, kendi temel eksenleri olarak sivil toplum sürecini almaları gereğinin açıklaması buradadır.

Devlet ve toplum

Küreselleşme olgusu ile birlikte bir zamanlar demir perde gibi duran ülke sınırları, giderek tül perdelere dönüştü. Ama ulus-devlet varlığını sürdürmeye devam ettiğine göre; hâlâ belli sınırlar içinde yaşayan insan topluluklarından söz etmeye devam edeceğiz. Bilindiği gibi; belli sınırlar içinde yaşayan ve temel çıkarlarını işbirliği ile gerçekleştiren topluluklara ‘toplum’ adını veriyoruz.

Toplumun yaşadığı çevreyi bir kavanoza benzetirsek; toplum, bu kabın içinde yalnız başına durmuyor. Kendini yönetmek ve denetlemek için örgütlediği devletle birlikte yer alıyor. Dolayısıyla toplumun bir parçasını devlet oluşturuyor. Kimi örneklerde devlet öyle büyük oluyor ki; toplumun geriye kalan kısmının -ki bu kısma, sivil toplum diyoruz- kavanozda nefes alacak yeri kalmıyor.

Bizim toplumsal geleneğimiz, büyük devletin merkez alınması üzerine kurulmuş. Her şey ona göre tanımlanıyor. Bütün soruların cevapları onda… O hem şoför hem de trafik polisi. Gereğinde yaya bile olabiliyor. O hem özne, hem ayna hem de aynadaki yansı.

Bu topraklar üstünde devlet daima en büyük olmuş. Neredeyse tüm alan ve kurumları denetlemiş. Kendi yapmadığını veya yapamadığını, kendisine sadakatle bağlı olanın yapmasına özen göstermiş. Geleneğimizde ve tarihimizde sivil toplum örneklerini bulmak için daima çok zorlanıyoruz. Genelde sivil örnekler olarak gösterilen loncaların ve dinî cemaatlerin de sivil toplum tanımına ne denli uyduğu kuşkulu.

Osmanlı tipi bir devlet ve yönetim modeli, teknik olarak patrimonyal olarak isimlendiriliyor. Cumhuriyet ile birlikte patrimonyal sistemin padişahlık bölümü tedavülden kalkmakla birlikte, asker ve bürokrat kesimler açısından devletin toplum üzerindeki benzer ‘tanımlayıcı, yönetici, denetleyici’ tavrı sürmüş.

Tarihimizde devlet nezdinde itibar görmeyen kesimler arasında sadece sivil toplum kuruluşları bulunmuyor; ekonomik kuruluşlar da gerekli alakaya mazhar olmamışlar. Onlar da gelişmek için gerekli teşviki bulmak bir yana; gayet kısıtlı koşullar altında yaşamak zorunda kalmışlar. Ticaret ve sanayi kesiminin devletin ilgisine mazhar olmaya başladığı zaman dilimi, ancak Cumhuriyet dönemine denk düşer.

Osmanlı’nın meslek kuruluşları olan loncalar, devletin tarım ve ticaret kesimine egemen olma araçlarından birisidir. Cumhuriyet döneminde ise bu yaklaşım meslek odaları ile devam eder. Bu nedenle bürokrasinin, bugünün loncaları olan meslek odalarına daha sıcak bir yaklaşımı var. Muhtemelen odaları genetik olarak kendinden saydığından…

Kanunla kurulmuş meslek odaları dışında sivil toplum kuruluşları, henüz devlet gözünde makbul bir düzeye ulaşamadı. Örneğin bir ilin üst düzey bürokratları o kentteki bir ticaret veya sanayi odası tarafından yapılan etkinliğe katılmayı bir devlet görevi olarak kabul ederken, aynı ilginin sivil toplum etkinliklerine gösterildiğini söyleyemeyiz. Hatta küçük bir ticarethanenin açılış töreni bile, bir sivil toplum kuruluşu faaliyetinden daha fazla bürokratik ilgiye mazhar olur.

Bugün devlet ve sivil toplum bağlamında bir ayırım noktasına doğru yürüyoruz. Artık sosyal tasnif, kişinin veya kuruluşun merkeze kimi -devleti mi yoksa sivil toplumu mu yani yurttaşı mı- aldığına göre değişiyor. Hızla kurgulanan yeni gelecek, bu ayırımı doğru yapamayanları kendi acımasız kurallarına göre elbette tasnif edecektir.

Paylaş:

duyguguncesi hakkında

GÜRCAN BANGER, Eskişehir Maarif Koleji ve ODTÜ Elektrik Mühendisliği Bölümü mezunudur. Aynı bölümde yüksek lisans çalışması yaptı. Elektrik yüksek mühendisi. Kamuda mühendislik hizmetleri yapmanın yanında bilişim donanımı ve yazılımı, elektronik, eğitim sektörlerinde işletmeler kurdu, yönetti. Meslek odası ve sivil toplum kuruluşlarında yöneticilik yaptı. 2005’ten bu yana bazı büyük sanayi şirketleri de dâhil olmak üzere çeşitli kuruluşlarda iş kültürü, yönetim, yeniden yapılanma, kümelenme, girişimcilik, stratejik planlama, Endüstri 4.0 gibi konularda kurumsal danışman, iş ve işletme danışmanı ve eğitmen olarak hizmet sunuyor. Üniversitelerde kısmi zamanlı ders veriyor. Halen Raylı Sistemler Kümelenmesi'nde küme koordinatörü ve bizobiz.net danışmanlık ve eğitim firmasında proje koordinatörüdür. Kendini “business philosopher” olarak tanımlıyor. Düzenli olarak bloglarında (http://www.duyguguncesi.net ve http://www.bizobiz.net) yazıyor. Değişik konularda yayınlanmış kitapları var. Çeşitli gazete, dergi ve bloglarda yazıları yayınlanıyor. Son yayınları: "Endüstri 4.0 ve Akıllı İşletme", Dorlion Yayınları, Eylül 2016; "Endüstri 4.0 Ekstra", Dorlion Yayınları, Mayıs 2017.
Bu yazı Devlet, Sivil toplum - STK, Toplum, Vatandaş kategorisine gönderilmiş ve , , , , ile etiketlenmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Bir Cevap Yazın