Kendim ve Ben
Gürcan Banger
Kişiliğimizin iki farklı yönü var. Bir tanesi, sosyal yaşamda kullandığımız, denetlenebilen yönümüz… Buradaki denetleme yaklaşımı, bize toplumun dayattığı bir durum. Bir toplum içinde başka insanlarla birlikte yaşamak zorunda olduğumuzdan bazı davranışlarımızı kısıtlıyoruz. Uyumu bozmamak veya toplum dışına düşmemek adına aklımızdan geçenleri veya isteklerimizi tam olarak ifade etmiyoruz. Ancak bazı kırılma noktalarında denetlenmiş kişiliğimizin altındaki gerçekler ortaya çıkıyor.
Bir de; insani yapımızın derinliklerinde –isterseniz buna ruhumuzun derinliklerinde diyelim– gizlenmiş olan bir başka benlik yönümüz var. Çoğu zaman bu gizlenmiş ben’in kim ve nasıl olduğundan kendimiz bile haberdar olmuyoruz. Bu saklı kimlik, davranışlarımızı –ve bu davranışların aynası olan sözlerimizi– içten içe ama gizliden gizliye yönetip denetliyor. İçimizde gizlenmiş kişinin varlığını duyabilirsek sözlerimizle, görebilirsek davranışlarımızla fark ediyoruz. Ya da çevremizdekiler fark ediyor. Kimi zaman karşımızdaki kişinin bir sözü ya da davranışı, bir karanlık odada elektrik düğmesine basıvermek gibi oluyor. Lambanın yanmasıyla oda ışık doluyor ve karanlık içinde kavramakta güçlük çektiklerimiz, güçlü ışığın etkisiyle göze görünür hale geliyor. İşte; sözün ve davranışın, ruhun aynası olması böyle bir şeydir. Bazen birkaç sözcük veya kimi zaman bir davranış, o ana kadar anlaşılamayan, anlaşılır olmasının vesilesi oluveriyor.
Başka insanlar veya yaşadığımız olaylar hakkında yargılar geliştirirken bazı ‘kolaylıklardan’ yararlanırız. Örneğin süzgeçlerimiz vardır. Biçim olarak beğenmediğimiz bazı kişileri, kendi ilişki alanımız dışında tutarız. Başka düşünceler için de böyledir. Eğer karşılaştığımız bir düşünceyi, zihinsel süzgecimiz daha baştan eliyorsa, bizim için onun gündeme alınması bile düşünülemez. Bu süzgeç daha çocukluğumuzda aile içinde oluşmaya başlar. Kimi zaman okul, bazen arkadaş çevremiz bu süzgeci kalıcı hale getirir. İlerleyen zamanda bu süzgeç, bizimle öylesine içselleşir ki adeta kolumuz, bacağımız gibi bedenimizin (daha doğrusu yaşama bakış açımızın) olağan bir parçası haline gelir. Bu süzgecin çoğu zaman yaşamın ara renklerine tahammülü yoktur. Adeta ya siyah ya da beyaz olmalıdır yargılarımız. Bu da yaşamın erken yıllarının bize öğrettiği acımasız kurallardan birisidir. Siyah ve beyaz dışındakiler süzgecin deliklerinde takılır kalır. Çünkü siyah-beyaz kutuplaşması içinde düşünmek, yaşamı böyle algılamak kolaydır. Grilerin ve renklerin yarattığı karmaşayı yaşamak yerine siyah ve beyazın oluşturduğu tembelliği ve kolaycılığı tercih ederiz.
Kolaycılığımız, sadece kutuplaşmış değer yargılarımız ile ilgili değil. Gerçeği yakalama konusunda da kolaycı tutumlarımız var. Örneğin bir kişi hakkında görüş geliştirirken, onu daha yakından tanımayı denemek yerine ‘zihin okuma’ yolunu tercih ederiz. Zihin okuma, karşımızdaki insanın ne düşündüğünü veya hissettiğini bilme varsayımıdır. Bunu sıklıkla empati ile karıştırdığımız da olur. Zihin okuma bir yanıyla bencilliktir, diğer yanıyla da çokbilmişlik. Karşımızdaki kişinin ne düşünüp ne hissettiğini bilmekle kalmayız; onun yerine düşünmeye, onun yerine hissetmeye ve onun yerine eylemde bulunmaya da başlarız. Bu yaptığımızın, söz konusu insana bir saygısızlık olduğu aklımıza bile gelmez.
Bir ayna karşısında giyimimizi denetleyebilir, görünümümüze biçim verebiliriz. Bunu büyük ölçüde de kendimiz yapabiliriz. Ama bir karakter aynası yoktur ki, bize gerçekleri göstersin ve düzeltmemizi sağlasın. İnsanın kendisiyle ilgili hatalarının temelinde, genellikle kendisini objektif olarak göremeyişi yatar. Gerçekten bir kişinin yukarıda sözünü ettiğim hatalı davranışlarını görmesi hiç de kolay değildir. Bir başka deyişle; bir insanın kendi kendisinin aynası olabilmesi için zihinsel ve ruhsal zenginliğe sahip, yüksek derecede birikimli, deneyimli bir insan olması gerekir. Bu da çok az insana nasip olan bir durumdur.
İnsanın aynası pek çok durumda kendi çevresidir; orada var olan, türlü ilişkiler kurduğu diğer insanlardır. Kişi, diğer insanlarla kurduğu ilişkilerde ortaya çıkan durumların ve sonuçların daha kolay ayırdına varabilir. Diğer insanlarla olan etkileşiminin gidişine ve vardığı noktalara bakarak kendi tutum ve davranışları hakkında kararlara varabilir. Değiştirmek istedikleri olursa onlarla ilgili önlemler alabilir. Pek çok karakter özelliğimiz, daha bebeklikte başladığından (ve bizim fark edilmeyen bir parçamız haline dönüştüğünden) bunları fark etmek ve kavramak daha zor olabilir. Ama insanlarla olan ilişki ve iletişimlerimizi mercek altına alarak bazı kişisel gerçeklerimizi yakalayabiliriz. İnsanın kendisini incelemesinde ve değiştirmesinde önemli bir ön koşul var – o da her durumda kendisiyle barışık olması. Olumlu ve olumsuz gelişmeleri, cesaretle karşılayıp bunların gelecekteki yaşamı için deneyim örnekleri olduğunu anlaması. Kendinin farkında olmak (dolayısıyla değiştirebilmek) için önce kendine ve çevreye karşı olumlu olmayı becermek gerekir, derim.