Sözüm sana…
Gürcan Banger
Facebook’ta paylaş
Twitter’da paylaş
652 yılında Medine’de 60 yaşının üzerinde ölen Abdullah bin Mesud, ilk Müslümanların altıncısıdır. Sıklıkla Hazreti Muhammed’in meclislerinde bulunmuştur. Eshab-ı kiramın büyüklerindendir. 70 tane sureyi Peygamber’in ağzından duyarak ezberlediği söylenir. Fıkıh ve hadis alanlarında büyük bilginlerden kabul edilir. Hazreti Muhammed, bir vesile ile kendisine ilişkin düşüncesini “İbn-i Mesud’un sözüne, bilgisine sarılınız” diyerek ifade etmiştir. Abdullah bin Mesud’un İslam hukukuna ilişkin açıklamaları “Mevsuatü İbn-i Mesud” isimli eserde toplanmış; yine kendisinin ilettiği hadisler Ahmed bin Hanbel, Buhari ve Müslim gibi hadis yazarlarının eserlerinde yer almıştır.
Bilgiye ilişkin veciz söyleyişler hakkında küçük bir araştırma yaparken; Abdullah bin Mesud’un şu sözlerine rastladım. Şöyle diyor İslam fakih ve muhaddisi: “Sabah kalkarken ya bilgin, ya öğrenci ol. Bu ikisi dışında kalma. Çünkü bu iki nitelik dışında kalanlar; hem bilgisizdirler hem de bilgisizliğe razıdırlar.”
İsa’dan 500 yıl kadar önce yaşamış olan Çinli düşünür Konfiçyüs, İbn-i Mesud’un işaret ettiği noktayı, kendi çağında bir başka biçimde dile getirmiş: “Bildiğini bilmek ve bilmediğini de bilmek… İşte; gerçek bilgi budur.” Bu yorumun bir başka biçimi ise Konfiçyüs’ten yaklaşık 100 yıl kadar sonra yaşamış olan Eski Yunanlı düşünür Sokrates’te ifadesini bulur: “Tek bildiğim, hiçbir şey bilmediğimdir.”
Değişik ülkelerde ve zaman dilimlerinde yaşamış bu üç farklı düşünürün yaklaşımlarındaki ana fikirleri toparlamaya çalışalım. Birincisi; insan kendini doğru tanımalıdır. Bilgi düzeyi ve deneyimi konusunda doğru tespitleri olmalı ve kendi bilgisini çevresine alçakgönüllülükle sunabilmeyi başarmalıdır. Nasıl ki, ‘dünya malı’ olan maddi zenginlik övünülecek bir şey değilse; kişi, bilgisi konusunda da mağrur ve kibirli olmamalıdır.
İkincisi; Sokrates’in ifade ettiği gibi yaşam, uçsuz bucaksız bir bilgi hazinesidir. Birkaç kitap okumakla, değer verilen birkaç hatibi dinlemekle veya geçmiş hakkında duyduğu birkaç övücü sözün oluşturduğu hayranlıkla bilgiye sahip olunamaz. Bilginin her damlası, onu edinmek için pek çok emek gerektirir. Bu nedenle kişi, bildikleri hakkında mağrur ve kibirli olmaktan kaçınarak; önce bilgiye, sonra bilgi sahibi insana saygılı olmayı öğrenmelidir.
Üçüncü bir noktadan daha söz etmek isterim. Bilginin değeri, bizim onu beğenip beğenmememizle ölçülemez. Bilginin değeri, bizim onu onaylayıp onaylamadığımızdan bağımsız bir meseledir. Dolayısıyla; bilgiye ve bilgi sahibi olana öncelikle tarafsız olarak yönelmeyi bilmek gerekir. Tabii ki; herkes, kendi için önemli ve anlamlı olanı daha fazla öğrenmek ve bu alanda uzmanlaşmak isteyecektir. Ama malum bilgiyi veya bilgi sahibini onaylamadığımız için bu ikisini değersiz ve anlamsız bulmak ancak gaflet olacaktır.
Dördüncü olarak; kişi, haddini bilmelidir. Haddini bilmek, alttan alma veya kendi dışındakilere sorgusuz sualsiz biat etme anlamına gelmez. Haddini bilmek, önce dinlemeyi bilmek demektir. Dinlemeyi bilmeyen, konuşmasını da bilemez.
Herhangi bir konuda şu veya bu nedenle edindiğimiz bilgi birikimimiz olabilir. Ama muhtemelen o sıra görüşülmekte olan konu, bizim bildiğimizden daha fazla boyutlu ve derinlikli olabilir. Bu nedenle bilgi birikimimizin doğruluğu ve yetkinliği konusunda emin olmadan söz söylemeye kalkmak, bu konunun çalışanlarına ve uzmanlarına haksızlık ve saygısızlık etmek olur.
Bilginin de eğrisi doğrusu olur. Yanlış bilgi, bizi hatalı yollara yöneltebilir. Bu yanlıştan dönmenin yolu ise saygıyla, sabırla, tevazu ile ve azimle doğru bilgiye ulaşmak için çaba harcamaktır. Yanlış bilgiden döndürecek olan, daima daha fazla ve daha iyi bilgidir.