Projecilikte Üstümüze Yok…
Gürcan Banger
Her seçim dönemi, adaylar projelerle ortaya çıkarlar. Yaptıkları konuşmalarda, dağıttıkları broşürlerde hangi “akla gelmedik”, “Zihni Sinir misali” projelerle sorunları “şıp diye” çözeceklerini anlatırlar. Seçilebilenlerin bir bölümü de; halkın kaynaklarını, kamunun parasını proje yapacağız diye çarçur ederler.
Doğrusu; Eskişehir’imiz de çok “projecidir”. Adı olup kendi olmayan veya başlayıp bitemeyen o kadar çok projemiz var ki… Frigya Vadisi projemiz, Eskişehir-Gemlik veya Eskişehir-Mudanya yoluyla denize açılma projemiz, bir türlü bitmeyen Kültür Sarayı projelerimiz… Şehrin içinden geçen tren yolunun yeraltına alınması işinin orta yerinde projeyi tartışmaya başlamamıza ne demek lazım? Say, say bitmez… Hele ara sıra ne planı, ne programı, ne de kaynağı olan projelerimiz oluyor ki, onları hatırlamaya yürek dayanmaz.
Bir arkadaşım, projecilikle ilgili bir alıntı göndermiş. Alıntı, Amerikan İnşaat Mühendisleri Dergisi’nin Kasım 2004 sayısından. Yazıyı okuduğumda, bizim projeciliğimiz aklıma geldi. Bir film gibi baştan sona bir hayal ediverdim. Size de ilginç geleceğinden eminim. Yazıda bir projenin 6 aşamadan oluştuğu ifade ediliyor. Birinci aşama, “Büyük Heyecan” olarak isimlendirilmiş. Şöyle ifade edilmiş: “Her proje başlangıcında, proje ile ilgilenenler gerçekten büyük bir heyecan duyarlar. Önemli bir projeye katkıda bulunacaklardır.” Bizde bu heyecan, genelde bir siyasi büyüğümüz, seçilmiş bir Ankara temsilcimiz veya bir yerel yönetim yöneticimiz tarafından düzenlenen bir basın toplantısı ile açıklanır. İşin boyutları büyük ise mutlaka hükümetten bir bakanın katılımı da söz konusu olur.
İkinci adım ise (ne yazık ki) “Büyük Hayal Kırıklığı” aşamasıdır. Bu aşamada projecilerimiz, “proje başladıktan bir süre sonra, o kadar da heyecan duymaya değmediğini ve de kendi katkılarının o kadar da büyük olmayacağını anlayarak, bir hayal kırıklığı yaşarlar.” Yukarıda saydığım yerel projelerimizin bir bölümünde bunları yaşamız olduğumuzu hatırlayabilirsiniz.
“Topyekûn Panik” olarak isimlendirilen üçüncü aşamada projeyi gündeme getirenlerin olumsuz havası biraz yaygınlaşır: “Proje başlamıştır ve işler o kadar da iyi gitmemektedir. Yukarıdakiler, hem para vermemekte, hem de işin bir an önce bitirilmesini istemektedirler. Proje ile ilgilenen aşağıdakileri, bir panik havası sarmıştır.” Muhtemelen bu durum, size de pek tanıdık geliyor olmalı.
“Bundan sonra ne olur?” diye sorsam herkesin doğru cevabı bulacağından eminim. Gerçekten de bize özgü projeciliğin dördüncü aşamasında “Suçlunun Aranması” vardır: “Her projede olduğu gibi, bu projede de bir şeyler yanlış gitmeye başlamıştır. Yukarıdakiler, hemen bir suçlu aramaya başlarlar.” Gerçekten de pek çok projenin başına gelen durum budur. Projenin kendisi unutulur ve olumsuzlukları yüklenecek bir günah keçisi bulunmaya çalışılır. Bu arada gerçek sorumlular, “sütten çıkmış ak kaşık” misali sıyrılmayı iyi beceriler.
Beşinci aşamada suçlunun gerekli cezayı alacağını düşünüyorsanız, yanılırsınız. “Suçsuzun Cezalandırılması” adı verilen bu aşamada şunlar olur: “Bir süre sonra cezalandırılacak birisi bulunur. Çoğunlukla bu kişi, yapılan yanlışa hiç katkı da bulunmamış birisidir.” Bize has diğer özellikleri ise küçük dereceli ve yetkisiz bir kişi olmasıdır; genelde bu düzene karşı koyacak gücü yoktur. Karşı çıkması durumunda ya ezilir ya da sürgün edilir.
“Projeye Hiç katkıda Bulunmamışların Ödüllendirilmesi” adı verilen son aşamadan söz ederek bitireyim: “Sonunda proje bitmiş ve sıra açılışa gelmiştir. Tören sırasında projeye o güne kadar hiç katkıda bulunmamış tüm zevat birer plaket alırken, emeği geçenler ise her zamanki gibi unutulurlar.” Tüm bu anlatılanların, size de çok tanıdık geldiğinden eminim. “Kamunun parasıyla gerdeğe girmek” diyebileceğimiz bu “projecilik sistemi”, bizde böyle sürer gider. Ömür biter, ‘proje’ bitmez…